Ana içeriğe atla

Süleyman Yalçın Hakkında Yazı - Mehmet Nuri Yardım


Türkiye’nin Aydınlık Yüzü: Süleyman Yalçın
18 Şubat 2012 

Mehmet Nuri Yardım

http://mehmetnuriyardim.com/turkiyenin-aydinlik-yuzu-suleyman-yalcin/


Çok anlamlı bulduğum ve çok sevdiğim bir söz var: “İnsanlara teşekkür etmeyen, Allah’a da şükretmez.” Ne kadar doğru, ne kadar isabetli, ne kadar soylu ve ikaz edici bir hüküm… Zaten şükür de teşekkür de aynı kökten gelmiyor mu? Millet olarak kendisine teşekkür etmemiz gereken bir ilim ve fikir adamı var. Bir profesör, bir yazar, bir dâvâ ve gönül adamı: Aydınlar Ocağı eski Başkanı (Ki, gönüllerin lideri olmaya devam etmektedir) Prof. Dr. Süleyman Yalçın…Süleyman Yalçın’ın önce kısaca biyografisine bakalım. 1926 Çanakkale’de doğdu. Çanakkale İlkokulu (1938), Cumhuriyet Ortaokulu (1941), İstanbul Kabataş Lisesi (1944), İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi (1950) mezunudur. İstanbul Tıp Fakültesi’nde asistan (1952-61), doçent (1961-64) ve profesör (1967-71, 1973-88) olarak öğretim üyeliği görevini devam ettirdi. Ayrıca yurtdışında 1964-1973 yılları arasında görev yaptı. Yazar olarak Büyük Doğu dergisinde çıkan yazılarıyla tanındı. Daha sonra Aydınlar Ocağı Genel Başkanı olarak yazdığı yazılar ve yaptığı konuşmalarla dikkat çekti. Makalelerini Büyük Doğu (1956-59, 1972), Yeni İstiklâl (1962-63), Kök (1981-82), Boğaziçi (1984-86) dergileri ile Orta Doğu (1974) ve Tercüman (1976-88) gazetelerinde yayımladı. Ayrıca tıbbî yazıları ve ortak kitaplarda imzasıyla çıkan bölümler vardır. Prof. Dr. Süleyman Yalçın, 1954 yılında iç hastalıkları bölümüne girdi ve dâhiliye dalında ihtisas yaptı. Bunu klinikte baş asistanlık yılları takip etti. 27 Mayıs olaylarının endişe ile yaşandığı dönemlerde, 1960 yılında iç hastalıkları, 1961’de de Patolojik anatomi doçenti oldu.
Süleyman Hoca’nın bana göre destansı biyografisi, değil böyle birkaç sayfalık yazıya, 10-15 sayfalık makaleye, hatta bir kitaba bile sığmaz. Bugüne kadar bu değerli mütefekkirimiz için bir armağan kitabın çıkarılmamış olması da kültür dünyamız adına büyük bir eksikliktir.

SOYLU BİR AİLE

Prof. Dr. Süleyman Yalçın’ın anne tarafı Karasi Türklerindendir. Süleyman Paşa’nın hemen ardından Avrupa’ya geçip orada ilk yerleşen Türklerin torunlarındandır. Seksen küsur yaşında vefat eden dedesi Hamit Sabri, on sene Osmanlı Ordusunda Çanakkale, Balkanlar ve daha pek çok yere giderek askerlik yapmıştır. Dedesi Uzunca boylu, seyrek sakallı, sarı derisiyle tipik Orta Asya Türküydü. Önce Orta Asya’dan Balıkesir’e oradan da Avrupa yakasına göçmüşlerdi. Baba tarafı ise Bulgaristan’ın Kırcaali Kasabası’nın Mestanlı Köyü’ndendir. Babasının dedesi Halil Bey ise 1850’lerde doğmuş ve 1860 – 1865 yılları arasında Rusların halka uyguladığı yıldırıcı politikalar sonucunda on iki on üç yaşlarındaki iki arkadaş ile birlikte göç edip Büyük Anafartalar Köyü’ne yerleşmiştir. Babasının anne tarafı ise Çerkez bir aileden geliyordu. Dolayısıyla Süleyman Yalçın’ın ailesi, farklı coğrafyalardan gelmiş ancak Anadolu’da Müslüman Türk kültürü ve hamuruyla yoğrulmuştır. 
Süleyman Yalçın’ın hayatı Çanakkale’nin Büyük Anafartalar Köyü’nde 1926 yılının Kasım ayında başladı. Gazi Süleyman Paşa, Anafartalar Köyü’nde ve o bölgede bir evliya gibi telakki edilirdi. Sıkıntıları olanlar, ihtiyacı bulunanlar, hastalığı geçmeyenler dertlerine deva bulabilmek için ona adaklar adar, dualar ederlerdi. Annesi de iki sene çocuğu olmayınca Süleyman Paşa’nın türbesine giderek adak adamıştı. Bir sene sonra, 1926 yılının Kasım ayında Süleyman Yalçın dünyaya geldi. Önce adını Kasım koymak istediler ancak köyden bir büyük zat “Gazi Süleyman Paşa’ya adak adamıştınız, adı Süleyman olacak.” dedi ve Süleyman adı ona bu şekilde verilmiş oldu. Süleyman Yalçın’ın genel olarak üç ayrı mekânda geçen hayatı, altı yedi yaşına kadar doğduğu köyde, sonra o zamanlar dokuz on bin nüfuslu bir kasaba olan Çanakkale’de, en son da İstanbul’da ve dünyanın çeşitli yerlerinde devam etti.

ÇANAKKALE’DE OKUDU

Süleyman Yalçın, 1933 yılında ilkokula gitmek için Çanakkale’ye gitti. O zamanlar şehirde de ilk ve ortaokuldan başka okul yoktu. Bundan dolayı 1941 yılına kadar Çanakkale’de okudu. Babasının bu şehirde kırtasiyecilik yapması onun meslek hayatında etkili oldu. O sıralarda Reşat Nuri Güntekin, Mahmut Esat Bozkurt, Kerime Nadir, Nihal Atsız, Jules Verne, Victor Hugo gibi yerli ve yabancı yazarların kitaplarını büyük bir iştahla okudu. 
O artık sıkı bir kitap kurdu ve iyi bir okuma tiryakisi olmuştur. Büyük bir istekle habire kitap okumaya devam eder. Dükkâna kapalı kolilerle gelen kitap ve gazeteleri, yan taraflarından açarak okumaya çalışır. Babası ona “Yine kafanı gömdün kitaplara, müşteri geldi gidiyor haberin yok.” diyerek işini hatırlatır. Ortaokulu bitirince bu sefer ona “Eğer lise okumayı düşünmüyorsan Çanakkale’de kal.” der. Ancak çocukluk yıllarında kitap ve okuma ve sevgisinin tadını alan Süleyman Yalçın, babasına tahsil yapmak istediğini söyleyerek İstanbul’a gelir ve Kabataş Lisesi’ne kaydolur.
Liseyi burada bitirdikten sonra son sınıfa geldiğinde artık ne olacağına karar verme çağındadır. Okumayı ve sürekli yeni bir şeyler öğrenmeyi çok seven Yalçın’a hukuk veya mühendislik sıradan ve durağan meslekler olarak görünür. Düşünüp taşındıktan sonra tıp fakültesine girmeye karar verir. Hocayla evinde yaptığımız sohbette, “Çünkü tıp ilmi devamlı değişir ve gelişir, yeniliklere açıktır. Bunun için tercih ettim.” dedi. Altı senelik bir eğitim sonrasında da 1950’de Tıp Fakültesi’nden mezun olur.
Yalçın, Yahudi asıllı hocası Schwartz’ın tıbbî çalışmalarından çok etkilenir. Meslekî olarak tesir altında kaldığı bir diğer hocası ise Frank’tır. İhtisasa başlamadan önce, Demokrat Parti döneminde askerliğini yapan Yalçın, teskereyi aldıktan sonra Patoloji bölümüne girer ve buradaki eğitimini tamamlar. Lise yıllarında üç ay kadar Kabataş Lisesi’nden Boğaziçi Lisesi’ne gider. Okulda edebiyat öğretmeni ünlü Türkçü Nihal Atsız’ın öğrencisi olur. Nihad Sâmi Banarlı’nın talebesi olmaz ama çevresinde bulunur, sohbetlerine katılır ve fikirlerinden istifade eder. Faruk Nafiz Çamlıbel’in öğrencisi olan ve sohbetlerinde bulunan Süleyman Yalçın, Zeki Ömer Defne ve Galip Vardar gibi hocaları dinleyerek millî duygularını güçlendirir.

HAFİZE TEYZE’DEN MASALLAR

….. [ATTIM] 
AYDINLAR OCAĞI’NIN MİMARI
Bilindiği gibi 1960’lı yıllar, dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi Türkiye’de de sol rüzgârların şiddetli estiği bir dönem. Sol düşünce baskındır ve ağırlığını kuvvetle hissettirmektedir. Ülkenin kamuoyuna da hâkimdir. Türkiye’de milliyetçi muhafazakâr görüşlerin temsilcisi olan sağ düşünce ise çoğunluk olmasına rağmen ağırlığını ve gücünü duyuramaz. Bu açığı gören ve eksikliği hisseden milliyetçi, memleketçi, muhafazakâr, mukaddesatçı bir grup aydın, gazeteci, yazar ve ilim adamı bir araya gelirler. Seslerini duyurmak, milletin ruh köküne tercüman olacak düşüncelerin rahatlıkla açıklanabilmesini ve yayılabilmesini sağlamak isterler. Baskın sol düşünceye karşı sağ ideologlar ayağa kalkmış, fikir meydanına cesaretle inmişlerdir. Gayeleri, dağınık olan Türk sağını birleştirmek ve Anadolu çocuklarının etkisini çoğaltmaktır. Bu aydınların başında ise Süleyman Yalçın vardır. Anadolu’daki münevverlerle bir araya gelinir, müşterek toplantılar ve istişareler yapılır. Önce İstanbul’da “Milliyetçiler Kurultayı” gerçekleştirilir. Fikir önderleri bir araya gelmiş, millî değerlere bağlı öncü isimler nihayet buluşmuştur.
1965’te Necip Fazıl Kısakürek’in isim babalığını yaptığı “Aydın Kulübü” kurulur önce. Ardından bugün ebedî mekâna göçmüş bulunan Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu, Nihad Sâmi Banarlı, Prof. Dr. Muharrem Ergin, Ahmet Kabaklı ile yaşayan değerli tarihçi yazar Altan Deliorman’ın da aralarında bulunduğu 56 kurucu üye, 14 Mayıs 1970’te Aydınlar Ocağı’nı kurarlar. Ocağın ilk başkanı merhum tarihçi İbrahim Kafesoğlu’dur. Aydınlar Ocağı’nın efsane lideri Prof. Dr. Süleyman Yalçın, 30 Ocak 1974’te teslim aldığı görevi, 31 Mayıs 1979 tarihine kadar başarıyla yürütür ve nice büyük hizmetin ardından kutsal emaneti emin ellere teslim eder. Muhafazakâr aydınlarımız memleket meseleleri için sık sık bir araya gelmeye, toplantılar düzenlemeye ve siyasilere yön vermeye başlarlar. Artık onların da söz hakları vardır. Düzenlenen paneller kamuoyuna mal olur, ortaya konulan fikirler basında enine boyuna tartışılır. O zamanın siyasi liderleri ile temaslar kurulur, Ocak’ta parti liderleri de konuşmalar yapılır. Süleyman Demirel, Necmettin Erbakan, Alparslan Türkeş ve diğer parti liderleri Aydınlar Ocağı’nın kürsüsünden dinleyicilere hitap etme fırsatı bulurlar. 
Aydınlar Ocağı’nın etki bakımından zirvede olduğu sırada kuruluşun başında Prof. Dr. Süleyman Yalçın vardır. Uzlaştırmacı yapısı, beyefendi kişiliği, derin birikimi ve meselelere geniş ufuklu bakışıyla Türk sağını Aydınlar Ocağı’nın çatısı altında toplamayı başarır. Ocağın kapısı, Necip Fazıl’dan Nurettin Topçu’ya, Ekrem Hakkı Ayverdi’den Fethi Gemuhluoğlu’na bütün fikir ve sanat adamlarına açılmıştır. Kanaat önderlerinin hepsine aynı yakınlıkta, mesafede ve sıcaklıktadır. Ocak yöneticileri, ülkenin karşı karşıya bulunduğu tehlikeleri tespit etmekte ve çözümler teklif etmektedir. Meselâ 14 profesörün yayınladığı bir deklarasyon ile bütün sağ partiler birleşmeye dâvet ediliyor ve ortak bir koalisyon kurmaya yönlendiriliyordu. Milliyetçi Cephe hükümeti, böyle bir gayretin sonucunda kurulur.

ADINI ŞAİRLER SULTANI KOYMUŞTU

Sağın fikir kalesi Aydınlar Ocağı’nın isim babası, Şairler Sultanı üstad Necip Fazıl Kısakürek’ti. Süleyman Yalçın ve arkadaşları, düşüncelerini Necip Fazıl Kısakürek, Hasan Basri Çantay, Nureddin Topçu ve Ali Fuad Başgil gibi dönemin meşhur fikir ve ilim adamlarına aktarırlar. Bir cemiyet etrafında toplanmak ve etkili olmak isteyenlerden 7’si, 1962 yılında “Anadolu Kulübü” adıyla bir teşekkül oluştururlar. Necip Fazıl Kısakürek, kendisiyle istişare eden müteşebbislere, “Eski zamanda olsa ‘Münevverler Mahfili’ olurdu, şimdi ise Aydınlar Kulübü olsun.” der. Süleyman Yalçın’ın başkanlığında oluşturulan kulübün kurucular kurulu, Op. Dr. Asım Taşer, Doç. Dr. Faruk Kadri Timurtaş, Doç. Dr. Ayhan Songar, Dr. İsmail Dayı, Yüksek Mühendis Mahmud Ayla ve Dr. Kemaleddin Erbakan’dan oluşur. Yalçın o zaman doçenttir. Üniversite çevrelerine yönelik çalışmalarda temel hedef, millî kültürümüzün gençlere aktarılmasıdır. Bunun için Beyazıt’ta bir iş hanının üst katı kiralanır. Burada sohbet toplantıları ve konferanslar tertip edilir. Üniversite gençliği, milliyetçi maneviyatçı aydınların çoğunu burada yakından tanıma ve dinleme fırsatı bulur. Bu kürsülerden dinleyicilere hitap eden Necip Fazıl Kısakürek, Nurettin Topçu, Mümtaz Turhan, Nihad Sâmi Banarlı, Arif Nihat Asya, İsmail Hami Danişmend, İlhan Darendelioğlu, Tarık Buğra, Osman Yüksel Serdengeçti gibi mümtaz şahsiyetler gençliğin yetişmesi, millî ve manevî değerlerle donatılması için üstün gayret gösterirler. Ben de bu binada birkaç toplantıya katılmıştım. Aydınlar Ocağı, daha sonra Lâleli’deki binaya, oradan da şimdiki yerine, Fatih Akdeniz Caddesi’ndeki idare binasına geçti. 

TÜRK İSLÂM SENTEZİ

Süleyman Yalçın ülkesini, milletini, devletini ve insanlarını çok seven, değerlerine aşk derecesinde sadakat gösteren, devamlı olarak düşünen, ciddî meseleler hakkında kafa yoran, bıkmadan usanmadan proje üreten bir düşünür, inanç ve aksiyon adamıdır. Projelerini mümkün mertebe uygulama alanına koymak ister. Zihninde tasarladığı “Türk-İslâm Sentezi” düşüncesini arkadaşlarıyla konuşur, tartışır, kabul ettirir ve makalelerinde dile getirir. Türk İslâm Sentezi fikri daha sonra bazıları tarafından istismar edilmeye çalışılmıştır. Yalçın’a göre ise bu düşünce, Müslüman Türk’ün ezelî dâvâsı olan İ’lâ-yı Kelimetullah fikrini, Nizâm-ı Âlem idealini, Türk Cihan Hâkimiyeti mefkûresini temsil ediyordu. Bu da bir bakıma “Kızılelma hedefi” demekti. Buradaki gaye millî kimliğini bilen, değerlerine sahip çıkan, inançlı Müslüman Türk insanının ahlaklı ve faziletli insan olmasını sağlamaktır. Aslında bu fikir manzumesi ile bir bakıma, bizim değerlerimizin korunması amaçlanıyordu. Bu düşüncenin başlatıcıları arasında Ziya Gökalp, Ömer Seyfeddin, Mehmed Âkif, Yahya Kemal, Peyami Safa ve Ahmet Hamdi Tanpınar da vardı. Zamanla geliştirilen bu terkip, en sonunda Necip Fazıl Kısakürek, Ziya Nur Aksun, Erol Güngör, Cemil Meriç ve Sezai Karakoç’un elinde şekillendi ve nihai hâlini aldı. Süleyman Yalçın’ın milliyetçilik anlayışı, kısa, özlü ve anlam bakımından büyüktür: “Türk, Türkçe konuşan Müslüman’dır.”
Fikir hayatımızda, yerli ve millî anlayışı temsil edenler artık kamuoyunda da tanınıyor ve kendilerine saygı gösteriliyordu. Türk aydınları mensup oldukları milletin temel değerlerine sahip çıkıyordu. Ama bu buluşmadan rahatsız olanlar vardı. Bu yerli, millî ve insanî fikirleri hazmedemeyenler, Süleyman Yalçın’ı en büyük hedef seçtiler. Onu ve dâvâ arkadaşlarını karalamaya ve aydınlık fikirlerine çamur atmaya yeltendiler. Ancak güneş balçıkla sıvanmazdı elbet. Aydınlar Ocağı’na “karanlık” yaftasını asmaya kalkanlar mahcup duruma düştüler ve izbe sokaklara saptılar. Zira Süleyman Yalçın ve yol arkadaşları, dün de bugün de milletimizin en çok güven duyduğu ışık adamlar olmaya devam ettiler.

DEĞERLERİMİZİN HÂMİSİ OLDU
Süleyman Yalçın, her zaman büyük değerlerimizin, ışık adamların, kıymetli şahsiyetlerin yanında ve yakınında oldu. Birçok ilim ve fikir adamımızın gönüllü doktoruydu. Tabii üstat Necip Fazıl’ın da… Süleyman Yalçın, büyük şairimize rahmetli Ahmet Kabaklı tarafından “Sultanu’ş-Şuara” (Şairler Sultanı) unvanının verildiği gün yaptığı konuşmada şöyle demişti:
“Üstad bilinen mutad insan bedeni yapı ve kabiliyetinin çok ötesinde bir bünyenin sahibidir. Bu farklılık onun gözünden hâfızasına, dikkatinden damar ve sinirine kadar her kesiminde çarpıcıdır… Türk’ün İslâm’ın ve insanlığın tarihinde ismi ayrı müstesna ve unutulmaz bir isim olarak parlamaya devam edecektir.” 
Yalçın bir başka konuşmasında Mehmet Âkif için de şunları söylemiştir:
“Mehmed Âkif, Müslüman Türk’ü, cemiyetin her kesimi ve hayatın her safhasında bütünü ile tanıyan, öyle yaşayan, duyan ve bu duyuşları en güzel ifadelendiren nâdir bir sanatkâr olarak anılmaya hak kazanmıştır. Bunun yanında onu, Türk’ü 1000 senedir Türk yapan iman kutbuna katıksız bağlılığı ile bir inanmış, idealist bir dava adamı olarak da tanımaya, öğrenmeye muhtacız. Ve hele bu davanın tezatsız ahlâk anlayışı ile sürdürdüğü ve süslediği hayatı onu, çok müstesna bir sembol şahsiyet haline getirmiştir.”
Sadece Mehmet Âkif’e ve Necip Fazıl’a mı sahip çıktı Yalçın? Hayır, O 86 yıllık hayırlı, bereketli ömrünü inançlarına ve dâvâ adamı kabul ettiği şahsiyetlere adadı. Onların önce talebesi, sonra yol arkadaşı, en son da hekimi oldu, irtibatını hiç koparmadı. Bu ülke, bu bayrak, bu vatan, bu toprak, bu memleket için bağrı yanan, çile çeken, ıstırap duyan ve gayret gösteren herkesi sevmiş, saymış ve yükseklere çıkarmıştır. Onların örnek hayatlarını gençlere işaret etmiştir. Arayış içinde olanlara doğru istikametler göstermiştir.
Türkiye Milli Kültür Vakfı’nın düzenlediği “40 Vakıf İnsan” isimli güzel programda Süleyman Yalçın hakkında konuşan sonra da bu konuşmayı yazıya döken Dr. Metin Eriş, onun Ömer Kirazoğlu’ndan duyduğu “İnsan, bilmek, bulmak ve olmak ile mükelleftir.” sözünü mühim bir düstur olarak benimsediğini belirttikten sonra “İnsan, kendini bilmek, sonra hakikati aramak ve bulunca da öyle olmak ve kemâle erişmekle mükelleftir. diye düşünerek, hak için hizmet gayesiyle çalışmayı şiar edinmişti.” der. Bir vefa ve sadakat sembolü olan Metin Eriş, o yıllarda Doç. Dr. Muammer Özergin ve Milliyetçiler Derneği Başkanı Sait Bilgiç’in çevresinde bulunduğunu belirttikten sonra bugün Birlik Vakfı olarak bilinen târihî binada Muallimler Birliği’nin çalışmalarına devam ettiğini söyler. Bu çevrenin yanı sıra Prof. Dr. Rüknettin Tözüm, Doç. Dr. Asaf Ataseven ve Doç. Dr. Mazhar Özman gibi başka hekimlerin de Süleyman Yalçın’ın içinde bulunduğu müesseselerde yer aldıklarını hatırlatır.

İTİDAL UNSURU
Metin Eriş, “Şurası muhakkak ki bütün tanıştıklarım ve yakından takip etme şansına ulaştıklarım arasında en fazla temayüz edenler ise Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu ile Prof. Dr. Süleyman Yalçın’dı.” dedikten sonra Kafesoğlu Hoca’nın Süleyman Yalçın’a çok güvendiğini ifade eder. Aydınlar Ocağı’nın kuruluşu sırasında yaşananlar hakkında detaylı bilgiler veren Eriş, “Türklük meselesini İslâm’la bütünleştirerek mükemmel bir sentez yapmış olan Dr. Yalçın, söylediklerini hayatında yaşayan örnek bir insan olarak aramızda mümtaz bir yer işgal etmeğe başlamıştı.” dedikten sonra sözlerini şöyle tamamlar:
“Prof. Yalçın her zaman fevkalâde dikkatli, âdeta hasta muayene eder gibi sabırlı, itidalli ve yön belirleyici vasıflarıyla toplantılarda temayüz ediyordu. Mesleği icabı, birçoğumuzdan daha geniş bir çevreye ve daha da önemlisi sağlık sorunları da olan bir çevreye hitap etmesi, sanırım hepimizden daha fazla bir dikkatle ve hassasiyete sahip olmasına yol açmıştı. Böylece çalışmalarımızda ortaya çıkan heyecanı dizginleyen, teenni ile hareket ederek çözümler üreten yapısıyla mutlak olarak aramızda itidal unsuru olmuştur.”
Gönlümde Taht Kuranlar isimli eserinde Süleyman Yalçın’ı “Kâmil Bir İlim Adamı” olarak vasıflandıran Metin Eriş’in şu tespiti son derece mühimdir:
“Daha da önemli olanı, Prof. Dr. Yalçın’ın sahası olan maddi ilimdeki mükemmellik vasfına ilaveten din âlimi sıfatına ulaşmış bir çok din adamından daha fazla denilebilecek dinî bilgilere sahip oluşuydu. Bu beni hem şaşkınlığa hem de heyecanlı bir hayranlığa sevk etmiştir.”

AYDIN OLMA SORUMLULUĞU
Süleyman Yalçın Hoca hakkında yıllar önce Cağaloğlu’ndaki Kızlarağası Medresesi’nde bir toplantı düzenlemiştim. Hocayı, yakın dostu, birlikte çalıştığı dâvâ arkadaşı ve Aydınlar Ocağı’nın eski Genel Sekreteri Dr. Metin Eriş Beyefendi anlatmıştı. Hoca da toplantının sonunda özlü bir konuşma yapmıştı. Bir avuç Türkiye sevdâlısı programa katılmış ve Hocayı yalnız bırakmamıştı. Toplantıya iştirak edenler, yakın tarihte etkili olmuş bir bayrak şahsiyeti yakından tanıma şansını elde etmişlerdi. Zihinler berraklaşmış ve aydınlanmıştı. Bir kafa, yürek ve gönül adamı ile beraber olmuş ve unutulmayacak bir şölen yaşamıştık o gece.
Hayatı boyunca, mensubu olduğu millete karşı borçlarını hiç unutmayan Süleyman Yalçın’a göre “Ben” olmak, içtimaî aydın olma sorumluluğunun “Biz”e yüklediği toplum misyonu idi.” Ona göre her aydının milletine “ödenememiş hizmetleri” vardır.
O, “ İnsanları vahdetten aileye, aileden cemiyete ve millete ve beşeriyete götüren yolda önemli unsur” olarak gördüğü kelâma hayatında büyük önem vermiştir. Bu yüzden de hitabet ve kelâm insanları, kalp ve gönül rehberleri onun hayatına tesir eden ve yön veren insanlar olmuşlardır.
AYDINLAR MEŞHERİ
Süleyman Yalçın, Türkiye’nin seçkin bir çok fikir, sanat, edebiyat ve kültür adamı ile tanışma şansına erişmiş ve onlarla dost olmuştur. Meşhur Turancılar davasında yakından tanımış olduğu Nihal Atsız, Atsız’ın kardeşi Nejdet Sancar, Hasan Ferit Cansever, Kazanlı bir İslâm âlimi olan Musa Carullah, Muhammed Hamidullah, İsa Yusuf Alptekin, Zeki Velidi Togan, Alparslan Türkeş, İsmail Hami Danişmend, Osman Turan, Arif Nihat Asya, Faruk Nafiz Çamlıbel, Nihad Sâmi Banarlı… Bunların yanı sıra aynı zamanda hastası olan, tanınmış romancı Reşat Nuri Güntekin de dostluk tesis ettiği edebiyatçılardandır. Henüz bir lise öğrencisi iken eski devrin anlı şanlı Milli Eğitim Bakanı Tahsin Banguoğlu ile tanışır. Bu tanışma daha sonra Aydınlar Ocağı’nda köklü bir dostluğa dönüşecektir. Banguoğlu’nun yanı sıra, bestekâr ve udî Rüştü Eriç, yakın tarihi hâtıralarında dile getiren son Osmanlılardan Münevver Ayaşlı, mütefekkir yazar Sâmiha Ayverdi, Cumhuriyet devrinin en büyük romancısı Peyami Safa, Şairler Sultanı Necip Fazıl, büyük mütefekkir sosyolog Nurettin Topçu, romancı Tarık Buğra, gazeteci Ziyad Ebüzziya, araştırmacı yazar İsmet Bozdağ, hayırlı işadamı Aydın Bolak ve dönemin daha pek çok önemli fikir adamları, işadamları ve edebiyatçılarıyla tanışır ve çoğuyla yakın münasebetler kurup, dostluklar tesis eder.

MANEVİYAT ÖNDERLERİYLE
Süleyman Yalçın sadece ilim, fikir ve sanat adamlarıyla değil, Türkiye’nin maneviyat ve inanç dünyasına yön veren şahsiyetleriyle de tanışma bahtiyarlığına erişmiş olanlardandır. Bediüzzaman Said Nursi ile tanışmış ve elini öpmüştür. Yine Milli Mücade’nin unutulmaz şahsiyetlerinden Hasan Basri Çantay, Ömer Nasuhi Bilmen, Bekir Hâki Efendi ve Ömer Rıza Doğrul ile de tanışmış ve onlarla münasebetlerini devam ettirmişti. Onu etkileyen şahsiyetlerin içinde, Şemseddin Yeşil gerçek din adamlarından birisidir. Şemsettin Hoca, cumartesi ve pazar günleri Sultanahmet Camii’nde vaaz etmektedir. Caminin bahçesi ağzına kadar dolmaktadır. Beyazıt Kütüphanesi’nin müdürlerinden olan maneviyat yönü güçlü Maraşlı Ahmet Tahir Efendi ile de tanışır Yalçın. Darüşşafaka’nın ve Darülfünun’un Farsça hocası Mesut Efendi’de aynı şekilde kelamından etkilendiği insanlar arasındadır.

CELAL HOCA’NIN ÇEVRESİNDE 
Süleyman Yalçın’ın kâmil insan olarak gördüğü nâdir kişilerden birisi de, aynı zamanda annesinin eniştesi olması sebebiyle kendisine “Hacı Enişte” dedikleri, “Celâl Hoca” (Celâleddin Ökten)’dır. Celal Hoca Türkiye’de İmam Hatip Okulları’nı kuran ilk kişidir ve akrabalığının dışında Süleyman Yalçın’ın da hocasıdır. 1948 – 1949 yıllarında Arkadaşı Konyalı Dr. Ali Kemal Belviranlı ile birlikte Celâl Hoca’nın Etyemez’deki seminer şeklinde başlayan sohbetlerine devam ederler. Süleyman Yalçın’ın ayrıca Mehmed Zahid Kotku, Eşref Edib, Raif Ogan, Mahir İz, Ali Fuat Başgil, Sami Ramazanoğlu gibi pek çok kanaat önderi ve maneviyat öncüsü ile de yakınlık kurar, onların sohbetlerinde bulunur.
Tıp sahasında da hocası ve şahane bir hekim olarak nitelendirdiği Mazhar Osman, Mümtaz Turhan, rektör olan Neşet Ömer İrdem, Tıp Fakültesi’nin ilk dekanı olan Tevfik Salim Paşa, Behçet Hastalığı’nı bularak dünya tıp literatürüne geçen Hulusi Behçet, Ekrem Şerif Egeli onun ilham aldığı ve kendilerinden istifade ettiği kimselerdir. Şüphesiz bunların arasında Süleyman Yalçın’ı büyüleyen, ona hocalığın ne olduğunu öğreten kişi, Profesör Scwartz’dır. Profesör Scwartz 28 – 30 yaşlarında profesör olmuş, dünyada ilk defa doğum sırasında beyinde meydana gelen travmaları tespit etmiş bir bilim adamıdır. 1933 reformu ile İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne gelerek ve İstanbul Üniversitesi’nin Avrupa’da yeri ve değeri olan üniversitelerin arasına girmesine büyük katlı sağlayan Alman Yahudi’si hocaların başında gelmektedir.

AYDINLAR KULÜBÜNDE
Bu çerçevede 1955–60 yılları arasında Milliyetçiler Derneği’nde avukat Bekir Berk ve sosyolog Nurettin Topçu gibi isimlerin de katıldığı toplantılara devam eden Yalçın’ın fikirleri, milliyetçi ve mukaddesatçı bir hava içinde gelişmişti. 60 İhtilâli olunca bütün dernekler kapatılmıştı. O sıralarda doçent olan Yalçın, Ayhan Songar, Necmettin Erbakan, Asım Taşer’in de aralarında bulunduğu dokuz on kişi birlikte bir teşekkül kurup inandıkları fikirleri işlemeye karar verirler. Necip Fazıl bu teşekkülün isim babası olur ve adını Aydınlar Kulübü olarak koyar. Her hafta cuma, cumartesi akşamları toplantılar tertip edilmektedir artık. Henüz üniversite öğrencisi olan Agâh Oktay Güner, İsmail Kahraman gibi o zamanın gençleri, Milli Türk Talebe Birliği’ni de etkileyerek milliyetçi bir akım başlatırlar. 1961- 63 arası, kulübün en parlak yıllarıdır. Şemsettin Yeşil, Nurettin Topçu, Nihad Sâmi Banarlı, Ali Fuad Başgil, Necip Fazıl Kısakürek, İsmail Hami Danişment ve daha birçok ismin konuşmacı olarak katıldığı toplantılarda Türk fikir hayatına yön veren projeler hazırlanır, kararlar alınır. Toplantıya Anadolu’nun her yerinden birçok ilim adamı ve akademisyen de katılmaktadır.

MİLLİYETÇİLER KONGRESİ
Ömer Kirazoğlu’ndan duyduğu “İnsan, bilmek, bulmak ve olmak ile mükelleftir” sözü Süleyman Yalçın için çok önemli bir düstur olmuştur. İnsan, kendini bilmek sonra hakikati aramak ve bulunca da öyle olmak ve kemâle erişmekle mükelleftir diye düşünerek hak için hizmet gayesiyle çalışır. İlmî çalışmalarını hiç aksatmayan Süleyman Yalçın, 1964 yılının ortalarında mütehassısı olduğu karaciğer alanındaki gelişmeleri takip için Amerika’ya gitmek zorunda kalır ve üç sene sonra yurda döner. Türk Karaciğer Araştırmaları Derneği’nin kuruluşunda öncü olan Yalçın, uzun süre bu kuruluşun başkanlığını yapar.
Dönüşünde İkinci Milliyetçiler Kongresi yapılır. Kongrede Türk- İslâm dünyasının bütününe sahip çıkacak bir heyet oluşturma kararı alınır. Karar üzerine 14 Mayıs 1970 yılında Metin Eriş, Muharrem Ergin, İbrahim Kafesoğlu, Necmettin Hacıeminoğlu gibi birçok değerli aydınla beraber Aydınlar Ocağı kurulur ve başkan olarak İbrahim Kafesoğlu seçilir. Süleyman Yalçın ise bu yeni oluşumun ikinci başkanlığına getirilmiştir. 1970’in sonlarında Yalçın tekrar Amerika’ya gider. İşte bu sırada Aydınlar Ocağı içinde farklı gruplaşmalar olur ve bunun üzerine İbrahim Kafesoğlu iki mektup göndererek Süleyman Yalçın’ı Türkiye’ye çağırır. 1973 yılında yurda döner ve Aydınlar Ocağı’na başkan seçilir. Bu dönemde ülkede seçimler tamlanmıştır, fakat hükümet kurulamamaktadır. Aydınlar Ocağı, siyaset üstü niteliğiyle Muharrem Ergin, Erol Güngör ve on üç kişilik bir kadro ile birlikte Orta Doğu gazetesinde bir bildiri yayınlamaya karar verir. Konuyla ilgili görüşmeler yapılır. Bu teşebbüsleriyle bunalım zamanında yeni hükümetin kurulmasında önemli bir rol oynarlar. 
Süleyman Yalçın’ın başkanlığında Aydınlar Ocağı, 1980’li yıllarda kurulan YÖK ve ardından gelen başörtüsü yasağı konularında da gerekli girişimlerde bulunur. Aydınlar Ocağı kuruluş amacına uygun bir şekilde siyaset üstü vasfıyla önemli bir rol üstlenir. Ocağın çevresinde toplanan aydınlar, Türk’ün tarihî ve millî değerleri etrafında buluşmuş, kenetlenmiştir. Milliyetçi ve muhafazakâr bir dünya görüşüne sahiptir çoğu. Bu kenetlenme ve buluşma, ateist ve Marksist çevreleri çok rahatsız eder. Aydınlar Ocağı aleyhinde bir karalama kampanya başlatılır. Dernek, ülkede bir güç olarak milletin meseleleri hakkında kafa yoran münevverlerini bir araya getirirken bazıları da bu buluşmadan ziyadesiyle rahatsız olur. Türk İslâm Sentezi fikriyatını habire eleştirenler olduğu gibi bu mahfildeki münevverlere “karanlık” yaftasını yapıştırmak isteyen gazeteler de günler süren tefrikalar yayınlamaktan çekinmez. Hâlbuki bu sentez veya eski tabirle terkip, bize ait bir dünya görüşünün ifadesidir. Bu gerçeği Süleyman Yalçın, şu cümle ile özetler: “Türk Türkçe konuşan Müslüman’dır.”
Yalçın bu konuyla ilgili olarak da şunları söyler:
“Müslüman Türk, Allah’tan korkan O’nun emirlerini ve nizamını sayarak iyiyi emreden, kötüden kaçan, adaleti gözeten, Hakk’ı yaymada, helâl ve haramı ayırmada dikkatli olan, imanı, devlet ve vatanı için şehitliği ve gaziliği en üstün mertebe bilen bir hayat görüşü ile yeni devlet ve medeniyetler kuran bir tabiata sahiptir.” 
Süleyman Yalçın bir bakıma Yahya Kemal’in edebiyatta açtığı bir fikri aydınlar arasında da yaymaya çalışmıştır. Metin Eriş, onun tam bir dâvâ adamı ve idealist bir örnek insan olduğunu belirttiği yazısında, “Süleyman Yalçın, artık nesli tükenmekte olan ‘mânâyı maddeye tercih edenk’ kimliğin son ve istisna halkalarından biridir.” demekte ve Hocayı yakından tanıdıkça hayranlığının arttığını ifade etmektedir.
“Hakkın adının zikredildiği veya O güzel adın geçtiği mânâ yüklü toplantılarda, gözlerinden damlacıklar süzüldüğüne çok defa şahit olmuşumdur.” diyen Metin Eriş, Yalçın’ın fikir yapısının temelindeki düşüncesinin şu sözlerde var olduğunu zikreder:
“Tarihî oluşumu ve gelişmesi içerisinde Türk insanının millî ve manevi değerlerini, millî kültür değerlerimiz olarak isimlendiriyoruz. Bunların da on iki asırdır asla feda edilemez iki aslî unsura bağlı olduğunu görüyoruz. Biri ana dilimiz Türkçe, diğeri manevi dünyamız İslâm inancıdır. Bunları da ‘Türk İslâm Terkibi veya Sentezi’ olarak formüle ederken sadece ve sadece ilmin, sosyoloji ve tarihin ortaya koyduğu, hayat tecrübelerinin pekiştirdiği bir gerçeği ifade ediyoruz.” 
Büyük emekleri olan, alın teri hiç kurumayan ve koşmaktan yorulmayan Süleyman Yalçın, 1988 yılında Aydınlar Ocağı’ndaki başkanlık görevinden ayrılır. Üniversitedeki hocalığı da 1993 yılı ortalarında kanuni emeklilikle noktalanır. On yıl kadar özel hastalarını bazı yerlerde takip ederek hekimlik görevini icra etmeye devam eder. Son yıllarda ise mesleğinin pratiğine nokta koyar. Buna rağmen ileri yaşına bakmadan kendi bilim dalındaki toplantılara, kuruluşuna ve gelişmesine emek verdiği Hepatoloji ile ilgi toplantılara katılmaktan geri kalmaz.

İMAN VE AHLAK PRENSİPLERİ
Süleyman Yalçın, yakın arkadaşı Ergun Göze’nin yıllar önce kendisiyle yaptığı bir röportajda tıp konusundaki sorulara bütün açık kalpliliğiyle cevaplar verir ve “İlaçların yüzde doksanı zararlıdır.” dedikten sonra “Meslektaşlarımın teşhislerinin yüzde yetmişi tahlillerin yüzde sekseni lüzumsuzdur.” şeklindeki düşüncesini seslendirir. Göze’nin Soruşturma kitabında da yer alan bu önemli mülâkat, bizi tıp konusundaki bildiklerimizin çoğunun yanlış olduğu kanaatine götürüyor. Bu röportajın önemli bir sorusu da şöyledir: “Hicri 15. Asra girerken geride bıraktığımız parlak mirasın, sahanız olan tıp yolunda önünüze düşen ışıkları var mıdır?” Yalçın’ın bu soruya cevabı şöyledir:
“İslâm’ın insan ve kâinat telakkisindeki bütünlük ve güzelliği görmek ve hissetmek bir Müslüman Türk olarak insana bediî zevklerin en olgununu veriyor. Hz. Peygamber: “Bütün kötülüklerin anası içkidir.” buyurmuştu. Bugün alkolün Garp medeniyetinin en büyük dertlerinden biri olduğunu bizzat müşahede etmiş kişiyim. Amerika Birleşik devletlerinde 6. ölüm sebebi olan karaciğer sirozunun yüzde 80’inden alkol alışkanlığı mesuldür. Memleketimizde çok nadir görülen alkolik karaciğer hastalığı üzülerek ifadeye edeyim ki son 15 senedir gittikçe artan sıklıkla görülür hale gelmiştir. Hâlbuki 25-30 sene evvel alkolik bir karaciğer hastası senede 3-5 vaka halinde görülürken, şimdi haftanın hemen her günü birkaç vaka görür hale geldik.”
Merhum Ergun Göze’nin, “15. Hicrî asrın eşiğinde okuyucularımıza bir mesajınız var mı?” sorusuna Yalçın şu cevabı verir:
“İslâm’ın 14 asırlık, Müslüman Türk’ün 13 asırlık mirasından süzülüp gelen iman ve ahlâk prensiplerinden daha büyük bedenî, ruhî ve aynı zamanda içtimaî sıhhat kaynağının bulunmadığı inancındayım.” (Soruşturma, Ergun Göze, Boğaziçi Yayınları)
Süleyman Yalçın, aralarında İlim Yayma Cemiyeti, İlim Yayma Vakfı, İbnülemin Mahmud Kemâl Vakfı, Türkiye Milli Kültür Vakfı ve Türk Petrol Vakfı gibi bir çok kuruluşta görev alan, bu müesseselerde hizmet eden gerçek bir ‘vakıf insan’dır. O öğrenmeyi terk etmemeye ve ‘müstakim, doğru bir kul’ olmaya gayret etmektedir. Bu hizmetlerini, hâlâ aralıksız biçimde devam ettirmektedir.
Süleyman Yalçın şu düşünceleriyle her zaman hatırlanacak bir fikir, iman ve dâvâ adamıdır: “Hayâtın bitmeyecekmiş gibi görünen ve fakat kısa zevklerinin bol ve çeşitli, tatmin arayışlarının hudutsuz olduğu bir âlemde bulunuyoruz. Ancak insanlar arasında önce vazife şuuru ve irâdesiyle yaşamayı tercih edenler de bulunuyor.”

Yaptığı hizmetlerle hayatını taçlandıran ve nesillere her zaman örnek olan büyük dâvâ adamı Süleyman Yalçın’a şükranlarımı arz ederken, kendisine daha nice sağlıklı, bereketli ve huzur dolu ömürler diliyorum.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

DİN BİLGİNİ MUSTAFA CANSIZ’IN (1895/1975) HAYATI VE GÖRÜŞLERİ - Mehmet GÜNAYDIN

Yaşar Nuri'nin hocası -*-*-*-* http://www.dinbilimleri.com/Makaleler/1036780473_0502090394.pdf DİN BİLGİNİ MUSTAFA CANSIZ’IN (1895/1975) HAYATI VE GÖRÜŞLERİ Mehmet GÜNAYDIN ÖZET Bu makale, din bilgini Mustafa Cansız’ın (1895-1975) hayatı ve fikirlerini ortaya çıkarma amacına yönelik bir araştırmadır. Cansız Hoca lakaplı Mustafa Cansız, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dö- nemlerinde klasik medrese usulü ile tahsilini tamamlamış bir din bilginidir. Kendilerini farklı kılan en önemli özelliği, din bilimlerinin yanında derin felsefi kültüre sahip olması nedeniyle dinî meselelere farklı bakış açısı getirmesinden kaynaklanmaktadır. Ayrıca güçlü bir şair ve bunun yanında mizahi yönünün olması onu ayrıcalıklı kılan özellikleridir. Anahtar Kelimeler: Mustafa Cansız, Cansız Hoca, din bilgini, din eğitimi, karizma ABSTRACT The aim of this article is to give information about the life and ideas of Mustafa Cansız (1895-1975), who is one of the religious scholars in medreses ...

İLİM YAYMA VAKFI TÜM KURUCULAR LİSTESİ

İLİM YAYMA VAKFI TÜM KURUCULAR LİSTESİ Sabri Ülker Eymen Topbaş Abdurrahman Korkut Özal Hasan Tahsin Uğur Cemalettin Yavaşça Abdulkadir Çavuşoğlu Yusuf Türel Hacı Nazif Çelebi Mehmet Asım Taşer Sabahattin Zaim Osman Kılıç Mehmet Güler Mehmet Aydın Mehmet Üretmen Ahmet Aydın Bolak Asım Ülker Feyzullah Değerli Hacı Raşit Küçük Hacı Refik Gürüngüz Hasan Sağlam İhsan Tekin Mahir İz Mehmet Celalettin Küçük Mustafa Doğanbey Sadullah Talay Turgut Özal Mehmet  Mustafa Açıkalın İsmail Adak  Ahmet Akça  İhsan Akdeniz Talip Alp Asaf Ataseven Mehmet Akif Aydın Nuri Aydın Zeki Bayramoğlu Abdurrahman Selçuk Berksan Mehmet Rahmi Bilge Mustafa Lütfi Bilge Mehmet Bilginoğlu İbrahim Bodur Oğuz Borat Mustafa Büyükabacı Ali Coşkun Mustafa Çağırıcı Osman Nuri Çataklı Sedat Çebi Adnan Çelik Avni Çelik Yücel Çelikbilek Fehmi Çelikkol Hüseyin Çıkrıkçıoğlu İbrahim Halit Çizmeci Bülent ...

İbnülemin Vakfı

İbnülemin Mahmut Kemal İnal'ın mülkü ile kurduğu vakıf.  1- Ahmet Cemal AYVACI (İşadamı – İthalatçı) 2- Ahmet İmdat SALİHOĞLU (İşadamı) 3- Ahmet TOKUZ (Yük. Mak. Müh.- Sanayici) 4- Ahmet TOPBAŞ (Sanayici) 5- Ahmet Samet YAPAR (Sanayici) 6- Faruk SAVUR (Tüccar) 7- Hasan Tahsin UÐUR (Ýktisatçý) 8- Hulusi TOPBAÞ (Sanayici)  9- Ýbrahim KUÞÇULU (Ýktisatçý – Tüccar) 10- Kâzým YETÝÞ (Prof. Dr.) 11- Muammer DURAK (Yeminli Mali Müþavir) 12- Muhammet EROÐLU (Avukat – Eðitimci) 13- Murat ÜLKER (Sanayici), 14- Mustafa Baytürk ERTUNA (Ýþadamý) 15- Mustafa KALAYCIOÐLU (Sanayici) 16- Mustafa KAVURMACI (Sanayici) 17- Mustafa Lütfi...