Bayrak adam: Süleyman Yalçın
17 Aralık 2007 - SANATALEMİ.NET
http://mehmetnuriyardim.com/bayrak-adam-suleyman-yalcin/
Çok sevdiğim bir söz var. Ayet midir, hadis midir, kelâm-ı kibâr mıdır, atasözü müdür bilmiyorum ama çok güzel, çok anlamlı, çok hikmetli bir sözdür, şöyle ki: “İnsanlara teşekkür etmeyen, Allah’a da şükretmez.” Ne kadar doğru, ne kadar isabetli, ne kadar soylu ve ikaz edici bir söz. Zaten şükür de teşekkür de aynı kökten gelmiyor mu?
Millet olarak kendisine teşekkür etmemiz gereken bir ilim adamı var. Bir profesör, bir yazar, bir dâvâ adamı: Aydınlar Ocağı eski Başkanı (Ki, gönüllerin lideri olmaya devam etmektedir) Prof. Dr. Süleyman Yalçın…
Genelde biyografi, portre yazılarını kaleme alırken, kıymetli dostum Mahmut Çetin’in güzel ve hayırlı sitesi “Biyografi.net”e bakarım. Sözkonusu şahsiyetin hayat hikâyesini kısa da olsa görmek isterim. Süleyman Yalçın Hoca’yı zaten tanıyorum. Ama merak edip siteye girince bir bilgiye rastlayamadım. Üzüldüm doğrusu. Çalışkan dostumu görür görmez bunu hatırlatacağım ve bir çok araştırıcıya kaynak olan sitesine Hocamızın geniş bir biyografisini derhal eklemesini istirham edeceğim. Kütüphanemde yazarlarla, ilim adamlarıyla ilgili sözlükler var. Ama en mufassal ve hakikaten emek mahsulü eser İhsan Işık’ın “Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi”dir. Bu müstesna eseri hâlâ edinememiş olan dostlarıma hararetle tavsiye ediyorum. Hiçbir yerde bulamayacağınız biyografileri burada görebilirsiniz. Ben de Y harfinin bulunduğu 9. cildi kütüphanemin rafından çıkardım ve 3798’ncu sayfadaki “YALÇIN, Süleyman” maddesini okudum. İşte o bilgi:
“Araştırmacı-yazar. 1926 Çanakkale doğumlu.Çanakkale İlkokulu (1938), Cumhuriyet Ortaokulu (1941), İstanbul Kabataş Lisesi (1944), İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi (1950) mezunu. İstanbul Tıp Fakültesi’nde asistan (1952-61), doçent (1961-64) ve profesör (1967-71, 1973-88) olarak öğretim üyeliği görevini sürdürdü. Ayrıca yurtdışında (1964-1973) görev yaptı.
Yazar olarak Büyük Doğu dergisinde çıkan yazılarıyla tanındı. Daha sonra Aydınlar Ocağı Genel Başkanı olarak yazdığı yazılar, yaptığı konuşmalarla dikkat çekti. Yazılarını Büyük Doğu (1956-59, 1972) Yeni İstiklâl (1962-63), Kök (1981-82), Boğaziçi (1984-86) dergileri ile Orta Doğu (1974) ve Tercüman (1976-88) gazetelerinde yayımladı. Süleyman Yalçın’ın ayrıca tıbbî yazıları ve ortak kitaplarda imzasıyla çıkan bölümler vardır.”
Peki bu kadar mı? Süleyman Hocanın koca hizmetlerle dolu biyografisi… Elbette değil. Zaten ansiklopedilerdeki maddeler genelde eskilerin tabiriyle “efradını câmi, ağyarını mâni” şekilde öz bilgiler verir. Tafsilata girmezler, giremezler. Aksi takdirde bir eserde binlerce biyografiyi okuyucuya nasıl sunsunlar.
Süleyman Hoca’nın bana göre destansı biyografisi değil böyle birkaç sayfalık bir yazıya, hatta 10-15 sayfalık makaleye, bir kitaba bile sığmaz. Hatta bugüne kadar bu değerli mefkure adamı için bir armağan kitabın çıkarılmamış olması da kültür dünyamızın ayıbıdır, hepimizin utancıdır. Bildiğim kadarıyla Aydınlar Ocağı’nın bazı yayınları var. Kurumun yöneticileri, Ocağa yıllar boyu hizmet etmiş, onu zirvelere taşımış şahsiyetler için meselâ Süleyman Yalçın, İbrahim Kafesoğlu, Muharrem Ergin gibi şahsiyetler için armağan ve anma kitapları hazırlamayı düşündü mü? Ümit ederim böyle hazırlıkları vardır. Zira kurucularına, emektarlarına, hizmet edenlerine vefa göstermeyen müesseseler, uzun ömürlü olamazlar.
AYDINLAR OCAĞI’NIN MİMARI
Bilindiği gibi 1960’lı yıllarda dünyanın diğer ülkelerinde olduğu gibi Türkiye’de de sol rüzgârlar esiyordu. Sol düşünce ağırlığını hissettiriyor ve kamuoyuna egemen oluyordu. Hâlbuki Türkiye’de milliyetçi muhafazakâr görüşlerin temsilcisi olan sağ fikriyatı kendisini ifade edemiyordu. Genelde her zaman olduğu gibi sağ iktidar oluyor, ama muktedir olamıyordu. (Şükürler olsun ki şimdi bu makus talih yavaş yavaş yeniliyor.) Bu açığı gören, bu eksikliği hisseden milliyetçi, memleketçi, muhafazakâr, mukaddesatçı bir grup aydın, gazeteci, yazar, ilim adamı ve araştırmacı bir araya geldiler. Seslerini duyurmak, milletin ruh köküne tercüman olacak düşüncelerin rahatlıkla açıklanabilmesini ve yayılabilmesini sağlamak istediler. Baskın sol düşünceye karşı sağ ideologlar ayağa kalkmış, fikir meydanına inmişlerdi. Gayeleri, dağınık olan, ortada görünemeyen ve bir varlık gösteremeyen Türk sağını birleştirmek ve etkili kılmaktı. Bu aydınların başında Süleyman Yalçın vardı. Anadolu’daki münevverlerle bir araya gelindi ve müşterek toplantılar yapıldı. İstişareler gerçekleştirildi. Önce İstanbul’da “Milliyetçiler Kurultayı” yapıldı.
Fikir önderleri bir araya gelmiş, millî değerlere bağlı öncü isimler nihayet buluşmuştu. 1965’te “Aydın Kulübü” kuruldu önce. Ardından bugün rahmet-i rahmana kavuşmuş bulunan Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu, Nihad Sâmi Banarlı, Prof. Dr. Muharrem Ergin, Ahmet Kabaklı ile sitemizin değerli yazarlarından Altan Deliorman’ın da aralarında bulunduğu 56 kurucu üye 14 Mayıs 1970’te Aydınlar Ocağı’nı kurdu. Seçilen tarih çok anlamlıydı. Zira o gün, Demokrat Parti’nin 1950 yılında CHP’den iktidarı devraldığı tarihin yıl dönümüydü. İlk başkanı merhum Kafesoğlu olan Aydınlar Ocağının efsane lideri Prof. Dr. Süleyman Yalçın, 30 Ocak 1974’te teslim aldığı görevi, 31 Mayıs 1979 tarihine kadar başarıyla yürütmüş ve nice hizmetin ardından kutsal emaneti emin ellere teslim etmişti. Muhafazakâr aydınlarımız memleket meseleleri üzerine sık sık bir araya gelmeye, toplantılar düzenlemeye ve siyasilere yön vermeye başladılar. Düzenlenen paneller kamuoyuna mal oluyor, ortaya konulan düşünceler basında tartışılıyordu. Aydınlar Ocağı bir fikir kulübü, bir proje merkezi, bir kültür mahfiliydi. O zamanın siyasileri ile temaslar kuruluyor, Ocak’ta parti liderleri de konuşmalar yapıyordu.
İşte Aydınlar Ocağı’nı o dönem tepelere çıkaranların başında şüphesiz Prof. Dr. Süleyman Yalçın Bey geliyordu. Uzlaştırmacı kişiliği, beyefendiliği, derin birikimi ve meselelere geniş ufuklu bakışıyla Türk sağını Aydınlar Ocağı’nın çatısı altında toplamayı başarmıştı. Ocak, Necip Fazıl’dan Nurettin Topçu’ya, Ekrem Hakkı Ayverdi’den Fethi Gemuhluoğlu’na bütün fikir ve sanat adamlarına açıktı. Kanaat önderlerinin hepsine aynı yakınlıkta ve sıcaklıktaydı. Aydınlar Ocağı, ülkenin karşı karşıya bulunduğu tehlikeleri tespit ediyor ve çözüm önerileri teklif ediyordu. Meselâ 14 profesörün yayınladığı bir deklorasyon ile bütün sağ partiler birleşmeye dâvet ediliyor ve ortak bir koalisyon kurmaya yönlendiriliyordu. Milliyetçi Cephe hükümeti, böyle bir gayretin sonucunda kurulmuştu.
ADINI ŞAİRLER SULTANI KOYMUŞTU
Sağın fikir kalesi Aydınlar Ocağı’nın isim babası, Şairler Sultanı üstat Necip Fazıl Kısakürek idi. Süleyman Yalçın ve arkadaşları, düşüncelerini Necip Fazıl Kısakürek, Hasan Basri Çantay, Nureddin Topçu ve Ali Fuad Başgil gibi dönemin meşhur fikir ve ilim adamlarına aktarırlar. Bir cemiyet etrafında toplanmak ve etkili olmak isteyenlerden 7’si, 1962 yılında “Anadolu Kulübü” adıyla bir teşekkül oluştururlar. Bu derneğin isim babası Necip Fazıl’dır. Kısakürek kendisiyle istişare eden müteşebbislere, “Eski zamanda olsa Münevverler Mahfili olurdu, şimdi ise Aydınlar Kulübü olsun” der. Doç. Dr. Süleyman Yalçın’ın başkanlığında oluşturulan kulübun kurucular kurulu, Op. Dr. Asım Taşer, Doç. Dr. Faruk Kadri Timurtaş, Doç. Dr. Ayhan Songar, Dr. İsmail Dayı, Yüksek Mühendis Mahmud Ayla ve Dr. Kemaleddin Erbakan’dan oluşur. Üniversite çevrelerine yönelik çalışmalarda temel hedef, millî kültürümüzün gençlere aktarılmasıdır. Bunun için Beyazıt’ta bir işhanın üst katı kiralanır. Burada sohbet toplantıları ve konferanslar tertip edilir. Gençler, milliyetçi maneviyatçı aydınların çoğunu burada tanıma ve dinleme fırsatı bulurlar. Bu kürsülerden dinleyicilere hitap eden Necip Fazıl Kısakürek, Nurettin Topçu, Mümtaz Turhan, Nihad Sami Banarlı, Arif Nihat Asya, İsmail Hami Danişmend, İlhan Darendelioğlu, Tarık Buğra, Osman Yüksel Serdengeçti gibi mümtaz şahsiyetler gençliğin yetişmesi, millî ve manevî değerlerle mücehhez hâle gelmesi için üstün gayret gösterirler. Ben de bu binada birkaç toplantıya katılmıştım. Aydınlar Ocağı, daha sonra Lâleli’deki binaya, oradan da şimdiki genel merkezine Fatih Akdeniz Caddesi’ndeki idare binasına geçti.
TÜRK İSLÂM SENTEZİ’NİN BABASI
Süleyman Yalçın ülkesini ve insanlarını çok seven, devamlı düşünen, kafa yoran, i’mâl-i fikr eden ve ortak paydalar üretip uygulamak isteyen bir mütefekkir, bir inanç ve aksiyon adamıydı. 1970’lerin sonuna doğru, Amerika’da bulunduğu sırada zihninde tasarladığı bir düşünceyi geliştirdi ve ortaya koydu: “Türk-İslâm Sentezi.” Daha sonra çeşitli çevreler tarafından yanlış yönlere çekilen ve hedefinden saptırılmaya çalışılan bu görüş, Müslüman Türk’ün ezelî dâvâsını, İ’lâ-yı Kelimetullah fikrini, Nizâm-ı Âlem idealini, Türk Cihan Hakimiyeti mefkuresini ve Kızılelma hedefini temsil ediyordu. Amaç, millî kimliğini bilen, değerlerine sahip çıkan, inançlı Müslüman Türk insanının ruh profilini inşa ve ihya etmekti. Bu başarıldı da. Ömer Seyfettin ve Ziya Gökalp ile başlatılan, daha sonra Mehmet Âkif, Yahya Kemal, Peyami Safa ve Ahmet Hamdi Tanpınar ile geliştirilen, ama daha sonra Necip Fazıl Kısakürek, Ziya Nur Aksun, Erol Güngör, Cemil Meriç ve Sezai Karakoç gibi mütefekkirler ile netliğe kavuşturulan ve sisteme bağlanan bir fikir manzumesiydi bu. Türk, Müslümanlığından soyutlanamazdı. Soylu ve kahraman Türk insanı, şereflendiği İslâm ile en yüce mertebeye ulaşıyordu. Süleyman Yalçın, Kafesoğlu ve arkadaşları tarafından da benimsenen bir tespitle Türk’ü “Türkçe konuşan Müslüman” olarak târif ve tavsif ediyordu. Yıllar boyunca, “önce Türk müyüz, önce Müslüman mı?” gibi saçma tartışmaların önü bu şekilde kesilip atılmış ve anlamsız ihtilaflar sona erdirilmişti. Ama bundan rahatsız olanlar vardı. Bu yerli, millî ve insanî fikirleri hazmedemeyenler, Süleyman Yalçın’ı hedef seçmişti. Onu karalamaya ve aydınlık fikirlerine çamur atmaya yeltendiler. Ama güneş balçıkla sıvanmazdı elbet. Aydınlar Ocağı’na “karanlık” yaftasını asmaya kalkanlar mahcup duruma düştüler ve izbe sokaklara saptılar. Zira Süleyman Yalçın Hoca ve dâvâ arkadaşları, dün olduğu gibi bugün de milletimizin sevgilileri olmaya devam ediyor.
DEĞERLERİMİZİN HÂMİSİ OLDU
Prof. Dr. Süleyman Yalçın, her zaman büyük değerlerimizin, ışık adamların, kıymetli şahsiyetlerin yanında ve yakınında oldu. Bir çok ilim ve fikir adamımızın gönüllü doktoruydu. Tabii üstat Necip Fazıl’ın da. Şairimize rahmetli Ahmet Kabaklı Hocamız tarafından “Sultanu’ş-Şuara” unvanının verildiği gün yaptığı konuşmada şöyle demişti:
“Üstad bilinen mutad insan bedeni yapı ve kabiliyetinin çok ötesinde bir bünyenin sahibidir. Bu farklılık onun gözünden hafızasına, dikkatinden damar ve sinirine kadar her kesiminde çarpıcıdır… Türk’ün İslâm’ın ve insanlığın tarihinde ismi ayrı müstesna ve unutulmaz bir isim olarak parlamaya devam edecektir.”
Bir konuşmasında Mehmet Âkif için de şunları söylemiştir:
“Mehmed Âkif, Müslüman Türk’ü, cemiyetin her kesimi ve hayatın her safhasında bütünü ile tanıyan, öyle yaşayan, duyan ve bu duyuşları en güzel ifadelendiren nadir bir san’atkâr olarak anılmaya hak kazanmıştır. Bunun yanında onu, Türk’ü 1000 senedir Türk yapan iman kutbuna katıksız bağlılığı ile bir inanmış, idealist bir dava adamı olarak da tanımaya, öğrenmeye muhtacız. Ve hele bu davanın tezatsız ahlâk anlayışı ile sürdürdüğü ve süslediği hayatı onu, çok müstesna bir sembol şahsiyet haline getirmiştir.”
Sadece Mehmet Âkif’e ve Necip Fazıl’a mı sahip çıktı? Hayır, O 81 yıllık hayırlı, bereketli ömrünü inançlarına adadı. Bu ülke için, bu bayrak için, bu vatan için, bu toprak için, bu memleket için bağrı yanan, çile çeken, ıstırap duyan ve gayret gösteren herkesi sevmiş, saymış ve yükseklere çıkarmıştır. Onların örnek hayatlarını gençlere işaret etmiştir. Arayış içinde olanlara doğru istikametler göstermiştir.
Bugün Prof. Dr. Süleyman Yalçın Hocamız için Türkiye Yazarlar Birliği İstanbul Şubesi’nde saat 17.00’de bir toplantı gerçekleştiriliyor. Hocayı, yakın dostu, birlikte çalıştığı dâvâ arkadaşı ve Aydınlar Ocağı’nın eski Genel Sekreteri Dr. Metin Eriş Beyefendi anlatacak. Sanırım Hoca da toplantının sonunda bir konuşma yapacak. Başta sitemizin yazarlarını ve okuyucularını olmak üzere herkesi, Türkiye’nin sevdâlılarını bu programa davet ediyorum. İnanıyorum ki hepimiz, tarihe ışık tutacak önemli bir programa iştirak etmenin mükafatı olarak zihnimiz berrak ve aydınlanmış olarak toplantıdan ayrılmış olacağız ve Süleyman Yalçın gibi “bayrak şahsiyet”lerin sayılarının artması için dua edeceğiz.
Yorumlar
Yorum Gönder